- Mənəviyyata Açılan Pəncərə - https://www.meneviyyat.az -

29 – Ankəbut surəsi

Mekkî dönemde nâzil olmuş olup 69 âyettir. Bazı müfessirler sûrenin başında münafıklardan bahseden on âyetin (2-11) varlığı sebebiyle, bunların Medine döneminde indiğini düşünürler. Halbuki burada Medine’dekinden farklı olarak kâfirlerin uyguladığı baskıdan korkup ikiyüzlü bir tutum izleyen kimseler söz konusudur. Bu ise Mekkede mevcut idi. Müminlerin Mekkede en fazla tazyik edildiği dönemde bu sûrenin indiği anlaşılıyor. Müşrikler kötü âkıbet ile tehdit edilmektedirler. Müminlere, baskıya dayanmaları, zor gelirse hicret etmeleri hatırlatılmaktadır. Tevhid ve âhiretin güçlü delilleri de sûrede serdedilmektedir.

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1 – Elif, Lâm, Mîm

2 – Müminler sadece “İman ettik” demeleri sebebiyle kendi hallerine bırakılıvereceklerini, imtihana tâbi tutulmayacaklarını mı zannettiler? [9,16; 2,214]

3 – Biz elbette kendilerinden önce yaşamış olanları denedik.

Allah elbette şimdiki müminleri de imtihan edip iman iddiasında sadık olanlarla, samimiyetsiz olanları elbette bilecektir.

Fahreddin Razî der ki: Müfessirler, bu âyeti zahirî şekliyle anlamanın, Allah’ın ilminde değişme ve yenilenme gerektireceğini zannederler. Zira Allah Teâlâ imtihan etmeden önce de neticeyi bilmektedir. Bu düşünce ile âyetteki “Allah bilecek” kısmını “Allah gösterecek, ortaya çıkaracak, ayırd edecek” diye açıkladılar. Biz de deriz ki: âyeti zahirî şekliyle anlamak, daha uygundur. Çünkü Allah’ın ilmi, bir sıfattır ki onda, her şey vâki olduğu gibi zuhur eder. Mesela imtihandan önce Allah bilir ki “Zeyd itaat edecek, Amr ise isyan edecek. Sonra imtihan sırasında da bilir ki birinci itaatli, ikinci âsi. İmtihandan sonra bilir ki Zeyd itaat etti, Amr ise isyan etti. Her üç durumda da O’nun ilmi değişmez. Değişen sadece ilmin konusudur.”

İbnu’l-Muneyyir ise şöyle der: “Gerçekten, Allah’ın ilmi birdir. Her mevcuda, var olduğu sırada veya önceki ve sonraki şekliyle nasıl ise öyle taalluk eder.” Fakat unutmamak gerekir ki burada sebebin zikredilmesinden maksud, müsebbebe dikkat çekmektir. Yani “bilecek” demekten maksat “hak ettiği ödülü veya cezayı verecek” demektir.

4 – Kötülükleri işleyenler hükmümüzden kaçıp kurtulacaklarını mı zannettiler? Ne fena hükmediyorlar!

5 – Kim Allah’a kavuşmayı ümid ediyorsa bilsin ki Allah’ın tayin ettiği vâde mutlaka gelecektir.

O her şeyi hakkıyla işitir ve bilir.

6 – Kim de cihad ederse sırf kendi nefsi hesabına cihad eder.

Muhakkak ki Allah, âlemlerden ve özellikle insanlardan müstağnidir, kimseye ihtiyacı yoktur. [45,15]

7 – İman edip yararlı işler yapanların elbette günahlarını örteceğiz ve onların yaptıkları çalışmaları en güzel şekilde mükâfatlandıracağız. [4,40]

8 – Biz insana, yapacağı en hayırlı iş olarak, annesine ve babasına iyi davranmasını bildirdik.

Ama bununla beraber, onlar senden, hakkında bilgin olmayan bir şeyi, Bana şirk koşmanı isterlerse, itaat etme!

Hepinizin dönüşü Bana’dır ve Ben de yapageldiğiniz şeyleri bir bir bildirip karşılığını vereceğim. [17,23-24; 31,14-15]

9-10 – İman edip yararlı iş yapanları elbet hayırlı insanlar arasına dahil edeceğiz.

Kimi insanlar vardır ki “Allah’a iman ettim” der, fakat Allah yolunda olduğu için işkence edilince halkın bu baskısını, Allah’ın azabı gibi sayar.

Şayet senin Rabbinden zafer ve galebe gelirse “Biz sizinle beraberdik” diyeceklerdir.

Oysa Allah, insanların kalplerinin neleri sakladığını pek iyi bilmektedir. [22,11; 5,22; 4,141]

11 – Elbet, Allah iman edenleri bilecek, elbette, münafıkları da bilecektir. [29,3]

12 – Kâfirler müminlere:

“Bizim yolumuza tâbi olun, günahlarınız bizim boynumuza, yükünüzü biz taşırız” derler.

Oysa bunlar, ötekilerin hiçbir günahını yüklenmezler.

Onlar açıkça yalancıdırlar. [35,18; 70,10 – 11]

13 – Ama onlar mutlaka kendi yükleri ile beraber başka yükleri de

yani başkalarını saptırmanın vebalini de taşımak zorunda kalacak ve kıyamet günü uydurdukları iftiralardan sorguya çekileceklerdir. [16,25]

14 – Çok önce Biz Nûh’u halkına resul olarak gönderdik.

O da aralarında bin yıldan elli yıl eksik kaldı.

Netice de onlar zulümlerine devam ederken tufan onları boğdu.

15 – Onu ve gemide bulunanları kurtarıp

o gemiyi ve o hadiseyi bütün insanlara ibret vesilesi yaptık. [54,15; 69,11-12; 36,41-44]

16 – İbrâhim’i de resul olarak gönderdik.

“Ey benim halkım, dedi, yalnız Allah’a ibadet edin ve O’na karşı gelmekten sakının.

Eğer bilirseniz, böyle yapmanız sizin için daha hayırlıdır.”

17 – Siz Allah’tan başka bir takım putlara tapıyorsunuz.

Bunları Allah’a şerik yapmakla, açıkça yalan uyduruyorsunuz.

Oysa Allah’tan başka ibadet ettiğiniz putlar, sizin rızıklarınızı yaratıp sizi rızıklandırmaya güç yetiremezler.

O halde rızkınızı Allah nezdinde arayın, yalnız O’na ibadet edin ve O’na şükredin, sonunda yine O’nun huzuruna götürüleceksiniz.”

18 – “Şayet siz beni yalancı sayarsanız, sizden önceki birtakım ümmetler de resullerini yalancı saymıştı.

Elçinin görevi imana zorlamak değil, sadece açıkça tebliğ etmektir.”

19 – Peki o inkâr edenler dünyada gezerek

Allah’ın, mahlukatı yoktan nasıl yarattığını,

sonra da bu yaratmayı tekrar tekrar yaptığını görmüyorlar mı?

Şüphesiz ki bu işler, Allah’a göre kolaydır. [30,27; 52,35-36]

20 – De ki: “Dünyayı gezin dolaşın da,

Allah’ın yaratmaya nasıl başladığını anlamaya çalışın!

Sonra, Allah tekrar yaratmayı da ölümden sonra diriltmeyi de gerçekleştirecektir.

Allah elbette her şeye kadirdir.”

21 – O, dilediğini cezalandırır, dilediğine merhamet eder.

Hepiniz O’nun huzuruna götürüleceksiniz!

22 – Sizler ne yerde, ne gökte Allah’ın hâkimiyetinin dışına kaçarak kurtulamazsınız.

Sizin Allah’tan başka ne koruyanınız, ne de yardımcınız yoktur.

23 – Allah’ın âyetlerini ve âhirette O’na kavuşmayı inkâr edenler, işte onlar, Ben’im merhametimden ümitlerini kesenlerdir.

Onlara gayet acı bir azap vardır.

24 – Halkının ona verdikleri cevap:

“Öldürün onu!” veya “Ateşe atın!” demekten başka bir şey olmadı.

Ateşe attılar ama Allah onu ateşten kurtardı.

Elbette bunda iman edecek kimseler için ibretler vardır. [37,97 – 98].

25 – İbrâhim onlara şöyle dedi:

“Siz dünya sevgisinin ürünü olarak Allah’tan başka birtakım sevgili putlar edindiniz.

Ama sonra kıyamet günü gelince

birbirinizi red ve inkâr edecek,

birbirinize lânet edeceksiniz.

Barınacağınız yer ateş olacak

ve kendinize hiçbir yardımcı bulamayacaksınız. [7,38; 43,67]

26 – İbrâhim’in söylediklerine Lût iman etti.

İbrâhim: “Ben” dedi, “Rabbimin emrettiği yere hicret edeceğim.

O, azîz ve hakîmdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).”

27 – Biz İbrâhim’e (evlat ve torun olarak) İshak ile Yâkub’u ihsan ettik.

Onun neslinden gelenlerde, peygamberliği ve vahyi devam ettirdik. Ona dünyada mükâfatını verdik. O âhirette de elbette salihlerden olacaktır. [2,130; 21,7; 19,49]

28 – Lût’u da halkına resul olarak gönderdik.

Onlara dedi ki: “Nedir bu haliniz?

Siz dünyada sizden önce hiç kimsenin yapmadığı pek iğrenç bir şey yapıyorsunuz.

29 – Allah’ın bu uyarmasından sonra

siz hâlâ şehvetle erkeklere varacak,

yolu kesecek

ve toplantılarınızda edepsizlik yapmaya devam edecek misiniz?”

Halkının ona cevabı şundan ibaret oldu:

“Doğru söylüyorsan bizi tehdit ettiğin, Allah’ın o azabını getir de görelim!”

30 – “Ya Rabbi!” dedi, “bu müfsitler, bu bozguncular gürûhuna karşı bana Sen yardım eyle!”

31 – Melaikeden olan elçilerimiz İbrâhim’e,

(İshak’ın doğumuna) dair müjde getirdiklerinde:

“Haberin olsun, dediler, biz bu şehrin halkını imha edeceğiz, çünkü oranın halkı büsbütün zalim kimselerdir.”

32 – İbrâhim: “Ama Lût da orada!” deyince onlar şöyle cevap verdiler:

“Orada bulunanları biz pek iyi biliyoruz.

Onu ve yakınlarını kurtaracağız,

yalnız eşi geride kalıp helâk edilenler arasında olacak.”

33 – Elçilerimiz Lût’a gelince, onları, halkının tecavüzlerinden koruyamayacağı düşüncesiyle üzüldü, eli kolu bağlanıp göğsü daraldı.

Onlar dediler ki: “Bizden yana endişe etme, üzülme!

Biz seni ve yakınlarını kurtaracağız, yalnız eşin geride kalanlar arasında yer alacaktır.”

34 – “Büsbütün yoldan çıkmaları sebebiyle, biz bu şehir halkının üzerine gökten bir azap indireceğiz.”

35 – Biz aklını kullanıp düşünen kimseler için, o memleketten âşikâr bir ibret vesilesi (harabe) bıraktık. [37,137 – 138]

36 – Medyen halkına da kardeşleri Şuayb’ı gönderdik, onlara dedi ki:

“Ey benim halkım! Yalnız Allah’a ibadet edin, âhiret gününü bekleyin

ve ülkede fesatçılık yaparak düzeni bozmayın!”

37 – Fakat onlar kendisini yalancı saydılar.

Bunun üzerine müthiş bir zelzele, kendilerini kıskıvrak yakalayıverdi, oldukları yerde çökekaldılar.

38 – Âd ve Semûd halklarını da imha ettik.

Siz (ey Mekkeliler!) bunu, kalan ev harabelerinden anlıyorsunuzdur.

Şeytan onlara yaptıkları kötü işleri süsledi ve onları yoldan çıkardı.

Halbuki onlar aklı fikri yerinde, açıkgöz kimselerdi.

39 – Karun’u, Firavun’u ve Haman’ı da helâk ettik.

Mûsa kendilerine belgelerle, mûcizelerle geldi, ama onlar o ülkede kibirlendiler, büyüklük tasladılar, fakat hükmümüzden kurtulamadılar. [28,76-81]

40 – Onlardan her birini kendi suçu sebebiyle cezaya çarptırdık:

Kiminin üzerine taş yağdıran bir kasırga gönderdik,

kimini korkunç bir gürültü bastırıverdi,

kimini yerin dibine geçirdik,

kimini de suda boğduk.

Allah onlara zulmetmedi, onlar asıl kendi kendilerine zulmettiler.

41 – Allah’tan başka hâmi, sığınacak tanrı edinenlerin durumu,

tıpkı kendine yuva yapan örümceğin haline benzer.

Halbuki en çürük yuva, örümcek ağıdır.

Keşke bu gerçeği bir bilselerdi!

42 – Allah, onların Kendisinden başka hangi varlıkları tanrılaştırıp yalvardıklarını elbette bilir.

O, aziz ve hakîmdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir).

43 – İşte insanlara bazı gerçekleri anlatmak için,

Biz bu kabil temsiller getiriyoruz, ama bunları, ancak ibret almasını bilenler anlar.

44 – Allah gökleri ve yeri, gayesiz değil, hak ve hikmetle, gerçek bir gaye ile yarattı.

Elbette bunda iman edecek kimseler için alınacak dersler vardır. [53,31]

45 – Sana vahyedilen kitabı okuyup tebliğ et, namazı hakkıyla ifa et.

Muhakkak ki namaz, insanı, ahlâk dışı davranışlardan, meşrû olmayan işlerden uzak tutar.

Allah’ı namazla anmak, elbette en büyük fazilettir.

Allah bütün işlediklerinizi bilir.

46 – Zulmedenleri hariç, Ehl-i kitab ile en güzel olan şeklin dışında bir tarzda mücadele etmeyin ve onlara şöyle deyin:

“Biz, hem bize indirilen kitaba, hem size indirilen kitaba iman ettik.

Bizim İlahımız da sizin İlahınız da bir ve aynı İlahtır ve Biz O’na gönülden teslim olduk.” [16,125; 20,44; 57,25]

47 – Biz, işte sana da bu Kitabı indirdik.

Daha önce kitap verdiğimiz kimseler buna da iman ederlerdi. Şunlardan da ona iman edenler vardır.

Bizim âyetlerimizi kâfirlerden başkası inkâr etmez.

Daha önce kitap verilenlerden Hz. Peygamber (a.s.)’dan önceki dönemde yaşamış Ehl-i kitap, “ve min haülai” (şunlardan da) kısmından maksat ise Hz. Peygamberin çağdaşı olan Ehl-i kitap kasdedilmektedir.

48 – Ey Resulüm! Sen vahyimizden önce kitap okuyan veya yazı yazan bir insan değildin; eğer böyle olsaydı, batıl iddia peşinde olanlar şüphe edebilirlerdi. [7,157; 25; 5,6]

Hz. Peygamber (a.s.)’ın ümmîliğin yaygın olduğu bir topluma mensup olduğu bilinmektedir. Kendisinin de ümmî, yani öğrenim görmemiş, okur yazar olmayan bir zat olduğu, tarihî bir gerçektir. Halbuki Kur’ân-ı Kerimde çok çeşitli bilim dallarına ait bilgiler, ilmî prensipler, neticeler, atıflar veya işaretler vardır. Sadece Yahudi ve Hıristiyan dinlerine ve kutsal kitaplarına dair bilgileri göz önünde bulunduracak olursak büyük bir yekün teşkil eder. Bu konulara girmek, hele hele o alanın ilim adamları arasındaki ihtilaflı konularda görüş bildirmek, eleştiri yapmak, karar verip hükme bağlamak, bilgi sahiplerinin bile yanaşamayacağı bir iştir.

Şu halde Kur’ân’daki bu bilgilere bir merci lâzımdır. Kur’ân’ı tebliğ eden ve kırk yıllık ömrünü kendi hemşehrilerinin arasında geçiren Hz. Muhammed’in; okul, öğretmen görmediği, hatta yazma bile bilmediği kesindir. Zira Kur’ân, sayısız muhaliflere karşı bu âyeti bildirmiş, hiçbir düşman çıkıp da onun yazı bildiğini ileri sürememiştir. Öyleyse Kur’ân’ın her şeyi bilen Allah Teâlâ tarafından gönderildiği kesinlik kazanmaktadır.

49 – (Şüpheye en ufak yer yok) O, kendilerine ilim nasib edilenlerin kalplerini aydınlatan parlak âyetlerdir.

Evet, Bizim âyetlerimizi zalimlerden başkası inkâr etmez. [10,96 – 97]

50 – Onlar diyorlar ki: “Ona Rabbinden âyetler (mûcizeler) indirilseydi ya!

De ki: “Âyetler sadece Allah’ın nezdindedir.

Sizin keyfinize göre değil, kendi hikmeti gerektirdiğinde Peygamberine verir.

Ben ancak gerçek durumu bildiren, uyaran bir elçiyim.” [17,59]

51 – Hem kendilerine okunan bu kitabı indirmemiz onlara kâfi gelmiyor mu?

Elbette bunda iman edecek kimseler için bir rahmet ve yeterli bir ders vardır. [26,197; 17,92]

52 – De ki: “Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter.

O, göklerde ve yerde olan her şeyi bilir.

Gerçek ortada iken, batıla iman edip Allah’ı inkâr edenler,

işte asıl ziyana ve hüsrana uğrayanlar onlar olacaktır.” [69,44 – 47]

53 – Senden çarçabuk başlarına azabı getirmeni istiyorlar.

Eğer belirlenmiş bir vâdesi olmasaydı azap onlara muhakkak gelmişti bile!

Fakat hiç farkına varmadıkları bir sırada o kendilerine ansızın gelecektir. [8,32]

54 – Senden çarçabuk başlarına azabı getirmeni istiyorlar.

Ama ne diye böyle sabırsızlanıyorlar ki?

Zaten cehennem kâfirleri kuşatmış bulunuyor.

Burada sebebin hâli, müsebbebin hâli durumunda gösterilmiştir. Zira cehenneme girme sebebi olan inkâr ve isyan, şimdiden, kâfirleri kuşatmış bulunmaktadır.

Şöyle de denilmiştir: Küfür ve isyanlar, gerçekte cehennemdir. Ama bu dünyada bu surette tezahür etmiştir.

55 – O gün azap onları hem üstlerinden hem ayaklarının altından kaplayacak da,

Allah onlara: “Yaptıklarınızı tadın bakalım!” buyuracak. [7,41; 39,16; 21,39; 54,48 – 49; 52, 13 – 16]

56 – Ey iman eden kullarım! Benim sizi yerleştirdiğim dünyam geniştir.

(Bir yerde dininizi uygulayamazsanız başka yere hicret edebilirsiniz.)

Onun için yalnız Bana ibadet ediniz.

57 – Her can ölümü tadacaktır.

Sonunda Bizim huzurumuza getirileceksiniz.

58 – İman edip yararlı işler yapanları, cennetin yüksek köşklerine yerleştireceğiz.

İçinden ırmaklar akan o cennetlere, onlar devamlı kalmak üzere gireceklerdir.

İyi iş yapanların mükâfatları ne güzel!

59 – Onlar, sabreden ve yalnız Rab’lerine dayanıp güvenen müminlerdir.

60 – Nice canlı mahlûk var ki rızıklarını kendileri taşıyamazlar.

Ama sizi de, bütün onları da rızıklandıran Allah’tır.

O her şeyi hakkıyla işitir ve bilir.

61 – Eğer onlara: “Gökleri ve yeri kim yarattı?

Güneş’i ve Ay’ı kim hizmetinize âmade kıldı?” diye sorarsanız elbette “Allah!” diyeceklerdir.

Öyleyse nasıl oluyor da bu gerçekten uzaklaştırılıyorlar?

62 – Allah kullarından dilediğine bol rızık verir, dilediğinin nasibini de kısar.

Muhakkak ki Allah her şeyi bilir.

63 – Eğer onlara: “Gökten su indirip ölümünden sonra yeri canlandıran kimdir?” diye sorsan elbette: “Allah’tır!” diyeceklerdir.

De ki: “Hamd olsun Allah’a ki, (kâfirler bile onun bu vasıflarını inkâr edemiyorlar.)

Bütün hamdler, güzel övgüler aslında Allah’a mahsustur, fakat onların ekserisi bunu düşünüp anlamıyorlar.”

64 – Düşünseler şunu da anlarlardı ki: bu dünya hayatı geçici bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir ve ebedî âhiret diyarı ise, hayatın ta kendisidir.

Keşke bunu bir bilselerdi!

65 – Gemide yolculuk yaparken boğulma tehlikesine düşünce bütün kalpleriyle yalnız Allah’a yalvarırlar.

O da onları kurtarıp karaya çıkarınca bir de bakarsanız ki yine müşrik oluvermişler! [17,67; 31,32]

66 – Neticede kendilerine verdiğimiz nimetlere nankörlük edip, güya geçici bir zevk alırlar.

Alsınlar bakalım, yakında öğrenirler!

67 – Görmüyorlar mı ki etraflarında bulunan insanlara saldırılırken, can güvenlikleri yokken,

Biz Mekke’yi güvenli, emin bir belde yaptık.

Hâlâ mı batıla inanıp Allah’ın nimetlerini inkâr edecekler? [106,1-4; 28,57; 14,35; 90,1; 14,28]

68 – Uydurduğu yalanı Allah’a isnad edenden veya kendisine gelen hakikati yalan sayandan daha zalim kim olabilir? Kâfirler için cehennemde yer mi yok!

69 – Bizim uğrumuzda gayret gösterip mücahede edenlere elbette muvaffakiyet yollarımızı gösteririz.

Muhakkak ki Allah iyi davrananlarla beraberdir.