- Mənəviyyata Açılan Pəncərə - https://www.meneviyyat.az -

25 – Furqan surəsi

77 âyettir, Mekke’de nâzil olmuştur. Bir önceki Nur sûresinde işaret edilen Kur’ân’ın evrenselliği bu surenin ilk âyetiyle bir serlevha haline getirilir. Vahiy ve nübüvvet konusunda müşriklerin itirazları çürütülür. Hak ile bâtılı ayırdeden bu Furkan’ın, bu dini benimseyenleri fikren ve ruhen yükselteceğine, hayatlarında önemli değişiklik yapacağına işaret etmekte, iyiyi de kötüyü de açıkça ortaya koyup tercihi muhataba bırakmaktadır. Sûrenin son kısmı ise bu dini benimseyen “Rahman’ın hâs kulları” nın faziletli hayat programlarını vermektedir.

Bismillâhirrahmânirrahîm

1 – Hayır ve bereketi ne muazzamdır o Zatın ki bütün ins ve cinni uyarsın diye o has kuluna doğruyu eğriden ayıran Furkan’ı indirdi. [18, 1-2; 4,136; 25,32; 17,1; 72,19; 41,42; 7,158]

2 – Göklerin ve yerin hâkimiyeti O’nundur. O asla evlat edinmedi, hâkimiyette hiç bir ortağı olmadı. Her şeyi yaratıp nizam veren ve her şeyin varlığını bir ölçüye göre belirleyen O’dur.

Âyetin aslında “takdir” tabiri kullanılmaktadır. Bunun anlamı şudur: Allah kâinattaki bütün varlıkları yaratmakla kalmaz, onlardan her birine mahsus bir yapı, biçim, boy, miktar, her aşamadaki gelişme sınırı, ömür müddeti gibi bütün yönlerini belirler. Tevhid inancını olanca kapsamıyla bildirdiği için bu âyet-i kerime, Hz. Peygamber tarafından, konuşmaya başlayıp aklı eren çocuklara, Kur’ân’dan ilk öğretilmesi gereken yerlerden olarak tavsiye buyurulmuştur.

3 – Böyle iken müşrikler Allah’tan başka birtakım tanrılar edindiler ki,

hiçbir şey yaratmaya güçleri yetmez,

üstelik kendileri başkası tarafından yaratılırlar.

Başlarına gelen zararı savamaz, kendileri için fayda celbedemezler,

ne öldürmeye, ne diriltmeye ve ne de ölümden sonra tekrar diriltmeye güçleri yetmez. [53,23; 46,4; 16,20; 31,28; 54,50; 36,53; 37,19]

4 – Kâfirler: “Kur’ân onun uydurduğu bir yalan olup, bu hususta başkaları da kendisine yardımcı olmuşlardır” diye iddia ettiler.

Onlar böylece, kesin bir yalan söyleyip zulmettiler.

5 – Ayrıca: “Onun söyledikleri, kendisi için yazdırtmış olduğu ve sabah akşam kendisine dikte ettirilen önceki nesillerin efsanelerinden başka bir şey değildir” dediler.

Müşrikler Hz. Peygamber (a.s.)’dan 40 yaşından sonra her yönü ile mükemmel bir eser görüp onu Allah’ın kelamı kabul etmeyince kaynak aramaya mecbur kaldılar. Az çok yazı çiziştiren bir iki azatlı köleden başkasını bulamadılar: Addas, Yesar ve Cebr. Halbuki bunlar gibi yüzlercesi bir araya gelse bile Kur’ân’a benzeyen bir eser ortaya koyamazlardı. Diğer taraftan, eski efendilerine rağmen onların Hz. Peygamberin safına katılmaları düşünülemezdi. Onun yanında yer almaları, canlarından daha değerli gördükleri bir hakikat bulduklarını gösterir. Hem öğretmiş olsalar, çıraklarına bağlanıp teslim olabilirler miydi? İşte daha bunun gibi gerekçeler sebebiyledir ki Kur’ân onların bu iddialarını “kesin bir yalan söyleyip zulmediyorlar.” diyerek kestirip atmıştır.

6 – De ki: “Onu, göklerdeki ve yerdeki bütün sırları bilen Yüce Allah indirdi. O, gerçekten gafurdur, rahîmdir.” (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur).

7 – Yine: “Ne oluyor bu Peygambere, böyle Peygamber mi olur:

Yemek yiyor, çarşı pazarda dolaşıyor!

Bari yanında heybetli bir melek olsaydı da etrafındaki insanları korkutup uyarıda bulunsaydı!” [21,8; 23,24; 6,9; 17,9]

Müşriklerin zihniyetine göre, insanlar üzerinde etkili olmak için beşer değil de, beşer üstü bir varlık, hiç değilse güçlü bir kral olup yanında, istediği her şeyi yaptıracağı heybetli bir melek bulunmalıydı.

8 – “Yahut kendine bir hazine verilse, yahut kendisinin içinden yiyeceği bir bahçesi olsaydı!”

Hasılı o zalimler: “Doğrusu siz, sadece büyülenmiş bir adamın peşine düşmüşsünüz.” dediler.

9 – İşte bak senin hakkında nasıl tutarsız misaller getiriyorlar.

Doğrusu onlar saptılar, artık asla yol bulamazlar!.

10 – Hayır ve bereketi ne muazzamdır o Zatın ki

dilediği takdirde senin için bundan daha iyisini, içinden ırmaklar akan cennetleri verir. Senin için orada saraylar yaptırır. [17,93]

11 – Ayrıca onlar kıyameti de yalan saydılar. Kıyameti yalanlayana ise Biz alevli bir ateş hazırladık.

12 – Bu ateş onları, daha uzaktan görünce, öfkesinden onun gürlediğini ve korkunç homurtusunu işitirler.

13 – Elleri boyunlarına kelepçelenmiş, ayakları bukağılı olarak cehennemin daracık bir yerine tıkılınca, orada yok olmak için can atarlar.

14 – Kendilerine “Bugün bir kere değil, defalarca dövünüp durun, ölümü isteyin!” denilecek. [52,16; 14,21]

15 – De ki: “Bu mu iyi, yoksa takvâ ehline vaad olunan ebedî cennet mi?”

Orası onlar için bir mükâfat ve pek güzel bir âkıbettir. [15,48; 38,53; 41,28]

16 – Orada arzu ettikleri her şey bulunacak, hem ebedî olarak kalacaklardır.

Bu, Rabbinin üzerine aldığı ve müminlerce hep istenen bir vaadidir.

Müminlerin dualarında bu ebedî cennetin kendilerine verilmesini istediklerine ve cennetin gerçekten istenmeye lâyık bir yer olduğuna işarettir. Ayrıca müminlere cennetin verilmesine dair melaike tarafından yapılan: “Ya Rabbenâ, onları kendilerine vaad ettiğin Adn cennetlerine yerleştir.” duasına da işaret vardır.

17 – Gün gelecek, Allah müşriklerle, onların Allah’tan başka ibadet ettikleri putlarını diriltip bir araya toplayacak ve şöyle buyuracak:

“Siz mi saptırdınız bu kullarımı, yoksa kendileri mi yoldan çıktılar?”

18 – Onlar şöyle cevap verirler: “Sübhansın! Yüceler Yücesisin! Senden başka dost edinmeyi düşünmek bize yaraşan şey değildir.

Ne var ki Sen onları ve babalarını, nimetlerine mazhar edip ömür vererek yaşatınca onlar Sen’i anmayı unuttular

ve helâke müstahak bir topluluk haline geldiler.” [34,40-41; 46,5-6]

Veli: Hâmi, koruyucu, yönetici, dost, bir kimsenin işlerini deruhde eden anlamlarına gelir.

19 – “İşte gördünüz a!” denir o müşriklere, “Taptığınız nesneler söylediklerinizde sizi yalancı çıkardılar.

Artık ne azabı savmaya, ne yardım temin etmeye çare bulamazsınız.”

(İşte ey bütün insanlar! Bilin ki:) İçinizden kim bu şirk koşma zulmünü işlerse,

ona büyük bir azap tattıracağız.

Bu hitap değişikliğine Nesefî dikkat çekmiştir. Aksi halde, müşrik olarak ölüp haşredilmiş kimselerin âkıbetleri zaten kesinleştiğinden, onların muhatap sayılmalarının mânası yoktur.

20 – Senden önce gönderdiğimiz peygamberler de yer-içer, çarşılarda ihtiyaçlarını temin ederlerdi.

Böylece sizi birbirinizle imtihan ediyoruz: bakalım buna sabredecek misiniz, sabredemeyecek misiniz?

Rabbin zaten her şeyi görmektedir. [46,9; 18,110; 21-8; 12,109]

21 – Âhirette huzurumuza gelip Bizimle karşılaşacaklarını düşünmeyenler:

“Bize elçi olarak melekler gönderilmeli yahut Rabbimizi görmeli değil miydik?” dediler.

Gerçekten onlar kendilerini büyük görüp azgınlıkta haddi iyice aştılar. [6,124; 17,92]

22 – Günü geldiğinde, melekleri görecekler;

fakat o gün o suçluları sevindirecek hiçbir haber olmayacak

ve melekler onlara: “Sevinmek size haram! haram!” diyecekler. [15,8; 8,50; 6,93; 41,30-32]

23 – Onların yaptıkları her işin üzerine varıp, hepsini toz duman edeceğiz. [14,18; 2,264; 24,39]

24 – Ama o gün, cennetlikler, kalınacak yerlerin en iyisinde, dinlenme yerlerinin en güzelinde bulunacaklardır. [59,20; 25,76]

Cennette uyku olmadığından, makîl, “dinlenme yeri” anlamını ifade eder.

25 – Gün gelecek gök, beyaz bulutlar şeklinde yarılıp dağılacak, melekler bölük bölük indirilecek. [69,15-17]

26 – İşte o gün tam hâkimiyetin Rahman’a ait olduğu iyice açığa çıkacak.

Kâfirler için o gün, çok çetin bir gün olacaktır. [69,17; 2,210; 40,16; 74,9-10; 21,103]

27-29 – O gün zalim, parmaklarını ısırır “Eyvah! der, keşke o Peygamberle birlikte yol tutsaydım.

Eyvah! Keşke falanı dost edinmeseydim! Vallahi bana gelen öğütten (Kur’ân’dan) beni o uzaklaştırdı.

Zaten şeytan, insanı (işte böyle uçuruma sürükleyip sonra da) yüzüstü, yalnız bırakır.” [59,16; 14,22; 33,66-68]

30 – O gün Peygamber: “Ya Rabbî, halkım bu Kur’ân’ı terk edip ondan uzaklaştılar!” der.

Hz. Peygamber (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Kur’an-ı Kerim’i okuyan bir kimse sonradan (terk eder ve okumayı) unutursa, kıyamet günü cüzzamlı olarak Allah’ın huzuruna çıkar” (Ebu Davud, vitr 21)

31 – İşte böylece Biz her peygamber için suçlulardan bir düşman ortaya çıkardık.

Ama tasalanma! Senin Rabbin yol gösterici ve yardımcı olarak yeter mi yeter! [6,112-113]

32 – Bir de o kâfirler dediler ki: “Bu Kur’ân ona toptan, bir defada indirilmeli değil miydi?”

Halbuki Biz vahiyle senin kalbini pekiştirmek için böyle ara ara indirdik ve onu parça parça okuduk. [17,106]

33 – Onların sana itiraz için getirdikleri hiç bir temsil, hiç bir soru olmaz ki, ona karşı Biz sana gerçek durumu bildirmeyelim ve en güzel açıklamayı yapmayalım.

34 – O halde sen o kâfirlere de ki:

“Yüzleri üstünde sürünen sürüler halinde cehenneme tıkılacak olanlar yok mu,

işte onlar yerce en fena, yolca da en sapıktırlar.” [17,98; 54,48]

35 – Gerçekten Biz, Mûsâ’ya kitabı verdik ve kardeşi Harun’u da ona yardımcı yaptık.

36 – “Haydi âyetlerimizi yalan sayan o halka gidiniz!” dedik. Sonunda o toplumu yerle bir ettik.

37 – Nûh’un halkına gelince, onlar Peygamberlerini yalancılıkla suçladıklarında onları suda boğduk

ve kendilerini insanlar için bir ibret vesilesi yaptık.

Zalimlere de gayet acı bir azap hazırladık. [69,11-12]

38 – Âd’ı, Semûd’u, Ress halkını, bu arada daha birçok nesilleri de inkârda ısrarları sebebiyle helâk ettik. [17,17; 23,31]

39 – Onların her birine uymaları için geçmişlerden misaller verdik.

Ama öğütleri tutmadıkları için hepsini kırıp geçirdik.

40 – Şu Kureyş müşrikleri, belâ yağmuruna tutulan,

üstüne taş yağdırılan şehre de vardılar.

Peki, orada olup biteni fark etmediler mi?

Doğrusu onlar öldükten sonra diriltileceklerini hiç düşünmezler. [26,174; 37,137-138; 15,76-79]

41 – Seni gördüklerinde mutlaka seni alaya alır ve:

“Allah’ın, elçi olarak gönderdiği bu şahıs mı imiş!

Bula bula bunu mu bulmuş?” [21,36; 13,32]

42 – “Eğer biz sebat etmeseydik, neredeyse bizi tanrılarımızdan vazgeçirecekti!” derler.

Ama kendilerini bekleyen azabı gördükleri vakit,

asıl yoldan sapanın kim olduğunu işte o zaman anlayacaklardır.

43 – Baksana şu kendi heva ve hevesini tanrı edinen kimseye!

Artık sen mi vekil olacaksın ona, işlerini sen mi yürüteceksin? [35,8; 28,56; 45,23]

“Gök kubbesi altında, Allah’tan başka tapılan şeyler içinde hevadan daha müthişi yoktur.” (Hadis-i Şerif, Taberanî’den, Âlûsî)

44 – Yoksa sen onlardan çoğunun söz dinlediğini, yahut aklını çalıştırdığını mı sanıyorsun?

Doğrusu onlar yolu şaşırmada davarlar gibi, hatta daha da şaşkındırlar. [67,10]

45-46 – Bakmaz mısın Rabbin gölgeyi nasıl uzatıyor?

Dileseydi onu hareketsiz kılardı. Sonra nasıl Güneş’i ona delil kılıyoruz?

Sonra da nasıl tutup onu azar azar Kendimize doğru dilediğimiz yere alıyoruz.

Âyet-i kerîme ışığa bağlı olarak gölgenin görünmesine, Güneşin yükselmesiyle gittikçe gölgenin kısalmasına, sonra da uzamasına dikkat çekiyor. Allah’ın kâinata koyduğu kanunlara ve o nizamın kurucusuna işaret ediyor.

47 – Size geceyi örtü, uykuyu bir istirahat, gündüzü de dağılıp çalışma vakti kılan O’dur. [91,4; 78,10; 28,73]

48-49 – Rüzgârları rahmetinin önünden müjdeci olarak gönderen de O’dur.

Ölü diyarlara hayat vermek ve yarattığımız nice hayvanlara ve insanlara su vermek için gökten tertemiz suyu da Biz indirmekteyiz. [22, 5; 42,28; 30,50]

50 – Bu gerçeği, insanların iyice düşünmeleri için Biz, farklı üsluplarla anlatsak da onların çoğu nankörlükten başka bir şey yapmıyorlar.

Âyet-i kerime şu mânaya da gelebilir: “Biz yağmuru insanlar yani ülkeler arasında taksim ettik ki insanlar düşünüp ibret alsınlar.”

51 – Eğer isteseydik her şehre bir uyarıcı peygamber gönderirdik. [6,19-92; 11,17; 7,158]

52 – (Fakat evrensel uyarma görevini sana verdik) O halde sen asla kâfirlere itaat etme

ve Kur’ân’a dayanarak onlarla büyük bir mücahede gerçekleştir! [9,73]

53 – Biri tatlı, susuzluğu giderici, öbürü tuzlu ve acı iki denizi salıveren,

birbirine karışmadan akıtan; fakat aralarına bir engel, aşılmaz bir sınır koyan O’dur. [27,61; 55,19-21]

54 – İnsanı bir parça sudan yaratıp da

soy ve evlilik bağından oluşan bir sülale haline getiren de O’dur.

Senin Rabbin her şeye kadirdir.

55 – Buna rağmen bir kısım insanlar, kendilerine, tapmaları halinde fayda, tapmamaları halinde zarar veremeyen birtakım şeyleri tanrılaştırıp, Allah’ın dışında onlara ibadet ettiler.

Zaten kâfir, Rabbine karşı hep batıla arka çıkar. [36,74-75]

56 – Biz seni sadece müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.

57 – De ki: “Benim bu hizmet için sizden istediğim hiç bir ücret yoktur.

Tek isteğim, dileyen kimsenin Rabbine giden yolu bulmasıdır.” [38,86; 26,89; 42,23]

58 – Öyleyse sen ölmeyen, o mutlak hayat sahibi Allah’a dayan ve O’na hamd ile tesbih et.

Onun kendi kullarının günahlarından haberdar olması yeter. [57,3; 73,9; 67,29]

59 – Gökleri, yeri ve ikisinin arasında olan şeyleri altı günde yaratan,

sonra da arşa çıkan (hükmünü yürüten) O’dur.

O rahmandır, sen O’nu, Kendisine, o her şeyi Bilen’e sor! [4,59; 42,10; 6,115]

60 – O müşriklere “Rahman’a secde edin!” denildiğinde:

“Rahman da ne imiş! Bize emrediyorsun diye secde mi edeceğiz?” dediler

ve bu dâvet onları imandan büsbütün uzaklaştırdı. [26,23]

Kâfirler, kasden bilmezlikten gelip alay etmek için böyle sordular, yoksa rahman kelimesini bilmediklerinden değil. Aksi halde “Rahman kim?” diye sorarlardı. Onlar, düşman oldukları İslâm’a tepkilerini böylece belirtmek istiyorlardı. Zira İslâm’ın bir özeti ve sembolü olan Bismillâhirrahmânirrahîm’de yer alması ve Kur’ân’da Allah lafza-i celalinden sonra uluhiyetin ikinci özel ismi olarak elliden fazla âyette zikredilmesi, onları rahatsız ediyordu.

61 – Gökte burçlar yaratan, onların içinde bir kandil (Güneş) ve nurlu bir Ay yerleştiren Allah, yüceler yücesidir, hayır ve ihsanı sınırsızdır. [15,17; 71,16; 67,5; 10,5]

62 – Tefekkür ederek ders almak veya şükretmek isteyenler için gece ile gündüzü peş peşe getiren O’dur. [14,33; 7,57; 36,40; 3,190]

63 – Rahman’ın has kulları o kimselerdir ki onlar yerde tevazu ile yürürler.

Cahiller kendilerine laf atarsa “Selâmetle!” derler. [17,37]

Zorba, mağrur, saygısız, kaba ve haşin değil, sükûnet ve vakar ile, alçak gönüllü bir şekilde, terbiyeli ve nazik yürürler. Etrafa sıkıntı vermezler. Cahillik edenlere çatmaya tenezzül etmezler.

64 – Geceyi Rab’lerine secde ve kıyam ile, ibadetle geçirirler. [15,17-18; 32,16; 39,9]

Yatışları, kalkışları hep Allah için olur.

65-66 – “Ey Kerîm Rabbimiz, derler, cehennem azabını bizden uzaklaştır!

Zira onun azabı tahammülü zor, ömür tüketen bir derttir.

Ne kötü bir varış yeri, ne fena bir yerleşim yeridir orası!”

67 – Rahman’ın o has kulları, harcamalarında ne israf eder, ne de eli sıkı davranırlar; bu ikisinin arasında bir denge tuttururlar.

Masraf, mutlaka gerekli bir durum (zarûriyyat) veya ihtiyaç (hâciyyat) yahut tamamlayıcı güzellik (kemâliyyat) için olur. Bu sınırın ötesi israftır.

68 – Onlar, Allah’la beraber başka bir tanrıya yalvarmazlar.

Allah’ın muhterem kıldığı bir canı haksız yere öldürmezler.

Zina etmezler.

Kim de bunları yaparsa günahının cezasını bulur.

69 – Kıyamette, o büyük duruşma gününde onun cezası katmerli olur ve azapta, zillet içinde ebedî kalır.

70 – Ancak şu var ki dönüş yapıp iman edenler ve yararlı işler yapanlar bundan müstesnadır.

Allah onların kötülüklerini iyiliklere, günahlarını sevaplara çevirir.

Çünkü Allah gafurdur, rahîmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur). [4,48; 93]

71 – Kim tövbe edip yararlı işler yaparsa, gereğince tövbe eden işte odur. [4, 110; 9,104; 39,53]

72 – O kullar, yalan şahitlik etmezler.

Boş söz ve işlere rastladıklarında vakarla oradan geçip giderler.

73 – Kendilerine Rab’lerinin âyetleri hatırlatıldığında, onlara karşı sağırlar ve körler gibi davranmazlar.

74 – Ve şöyle niyaz ederler: “Ey keremi bol Rabbimiz!

Bize gözümüzün, gönlümüzün süruru olan temiz eşler ve nesiller ihsan eyle,

bizi müttakilere önder eyle!”

Yalnız müttaki olmakla yetinmeyip, müttakilerin önderi olmak arzusu, ne ulvî bir düşüncedir! Bundan yüksek bir fikrî ilerleme ve ideal düşünülemez.

75-76 – İşte onlara, hak yolda sabır ve sebat göstermelerine karşılık, kendilerine cennetin üstün sarayları verilecek.

Oraya selâmla, hürmetle buyur edileceklerdir.

Hem de devamlı kalmak üzere oraya gireceklerdir.

Orası ne güzel varış yeri, ne güzel bir yerleşim yeridir! [11,108, 19,58; 39,20]

77 – De ki: “Duanız olmazsa Rabbim size ne diye değer versin ki?

Ama siz, ey inkârcılar! Size bildirdiklerimi yalan saydınız. Artık bu günahtan yakanızı kurtaramayacaksınız.”