- Mənəviyyata Açılan Pəncərə - https://www.meneviyyat.az -

23 – Müminun surəsi

118 âyettir, Mekke döneminin sonunda nazil olmuştur. Hac sûresi, müminlerin dünya ve âhirette felaha ereceğini bildirmişti. Peşinden gelen bu sûre, bu felahın, hangi şartlara ve vasıflara bağlı olduğunu bildirir. Daha sonraki uzun bölümde (23-73. âyetler) bu şartları haiz olan nebîlerin fazilet mücadeleleri örnek verilir. Sonra âhiret hayatına geçilir. Öldükten sonra dirilmeyi akıllarına sığdıramayan kâfirlere Allah’ın muazzam kudretinin delilleri zikredilir. Müteakiben iman ve inkâr ehlinin âhiretteki âkıbetleri bildirilir.

Hz. Ömer (r.a.) şöyle demiştir: “Resulullah (a.s.)’a vahiy indiğinde biz yanında arı vızıltısı gibi bir ses işitirdik. Bir gün ona vahiy indi, bir süre bekledik. Derken üzerindeki bu hal açıldı, hemen kıbleye dönüp ellerini kaldırdı: “Ya Rabbî, bizi çoğalt, eksiltme! Değerimizi artır, bizi hakir kılma! Bize ver, mahrum etme! Bizi tercih et, başkalarını bizim üzerimize tercih etme! Bizden razı ol ve bizi razı eyle!” diye dua etti. Sonra da: “Bana on âyet indirildi ki kim bu âyetlerdeki buyrukları yerine getirirse cennete girer.” buyurdu.

Bismillâhirrahmânirrahîm.

1 – Muhakkak ki müminler, mutluluk ve başarıya erdiler.

2 – Onlar namazlarında tam bir saygı ve tevazu içindedirler.

3 – Onlar boş şeylerden uzak dururlar. [25,72]

4 – Onlar zekât vermek için çalışırlar. [91,9-10; 41,6-7]

5-7 – Onlar mahrem yerlerini günahlardan korurlar. Yalnız eşleri ve cariyeleri ile ilişki kurarlar. Çünkü bunu yapanlar ayıplanamazlar. Ama bu sınırın ötesine geçmek peşinde olanlar, işte onlardır haddi aşanlar.

8 – O müminler, üzerlerindeki emanetleri gözetirler, verdikleri sözleri tam tamına tutarlar.

Ahitler: Gerek kendi aralarındaki sözleşmeler, gerekse Allah Teâlâya karşı verdikleri ahitlerdir.

9 – Onlar namazlarını vaktinde eda edip zayi etmekten korurlar.

Namazlarını vakti vaktine, huşû içinde devam ettirirler.

10 –11- “İşte vâris olanlar, ebedî kalacakları Firdevs cennetine vâris olanlar onlardır. [19,63; 43,72]

12 – Şu bir gerçektir ki Biz insanı süzme çamurdan yaratırız. [30,20; 6,2; 32,8]

İnsanın süzme çamurdan, yani balçığın özünden yaratıldığını bildiren âyetler, insan bedeninin toprakta yetişen ya da toprağın bileşiminde bulunan çeşitli organik veya inorganik maddelerden oluştuğuna, toprakta yetişen besinlerin özümlenmesi yoluyla bu unsurların sürekli olarak canlı hücrelere dönüştüğüne işaret etmektedir. Bu âyet, böylesi bir vücuda bunca imkânları ve sistemleri lütfeden Allah’a şükretme gereğini hatırlatmaktadır. 12-14. âyetlerde geçen mazi sigaları; bu yaratılış, başından kıyamete kadar devam ettiğinden, muzari (geniş zaman) anlamı taşımaktadırlar.

13 – Sonra onu nutfe (sperm) halinde sağlam bir yere yerleştiririz.

14 – Sonra nutfeyi (rahim cidarına) yapışan bir hücreye, bunu da mudgaya, yani bir çiğnem et görünümündeki varlığa, mudgayı kemiklere dönüştürür, sonra da kemiklere et giydirip, derken yeni bir yaratılışa mazhar ederiz. İşte bak da Yüceler Yücesi Allah’ın ne mükemmel yaratan olduğunu bir düşün! [22,5]

15 – Ve bütün bunlardan sonra, siz ey insanlar, ölürsünüz. [21,35]

16 – Sonra büyük duruşma (kıyamet) günü diriltilirsiniz.

17 – Yine şu da bir gerçektir ki, Biz sizin üstünüzde yedi tabaka yarattık. Biz yaratmadan da, yarattıklarımızdan da habersiz değiliz. [2, 29; 40,57; 32,4-12; 17,44; 71,15; 65,12]

Tarâik” tarîkanın çoğuludur. Bu, göklerin, Allah katında inen emirlerin geçtiği yer olması itibariyledir (Talak,12). Müfessirlerin çoğu burayı yedi gök diye açıklarlar. Elmalılı M. H. Yazır ise “İnsanın yedi idrâk yolu, yani görme, işitme, tatma, koklama ve dokunmanın yanında akıl ve vahiy yolları” olduğunu düşünür.

18 – Biz gökten belirlediğimiz bir ölçüye göre su indirir ve onu yerde dinlendiririz. Ama dilersek onu yerden gidermeye de kadiriz.

Âyette geçen “eskennâhu” yağmur sularının durgunlaştırılmasını ve yerde dinlendirilmesini ifade eder. Yağmur suları toprak tarafından yavaş yavaş emilerek dibe iner. Eğer böyle olmayıp birden inseydi veya sel halinde akıp gitseydi hem büyük zararlara sebep olur, hem de canlılar, yağmurun hayat veren faydalarından mahrum kalırlardı.

Diğer taraftan Zümer 21. âyetinin beyan buyurduğu üzere Allah, gökten indirdiği yağmur sularını yerde süzdürüp menbalara yerleştirmekte, oralarda dinlendirmekte, sonra o depolardan yeryüzüne çıkartıp canlıların istifadesine vermektedir. Dikkat etmeli ki yağmur, bütün kâinat içinde, milyonlarca yıldız arasında yalnız dünyada mevcuttur. Bu su olmasaydı, hayat düşünülemezdi. Bu büyük nimet elbette tesadüfî değildir.

19 – O su ile sizin için birçok meyvelerini yediğiniz hurma ve üzüm bağları yetiştiririz. [16,11; 36,34-35]

Hurma ve üzüm, Araplarca en marûf meyveler olduğundan, misal olarak yalnız bunlar zikredilmiştir.

20 – Sina Dağından çıkan bir nebat da yetiştiririz ki o ağaç hem yağ, hem de yiyenlere bir katık çıkarır.

Bu ağaç zeytin ağacıdır.

21 – Davarlarda da sizin için ibretler vardır.

Onların içinden çıkan sütle sizi besleriz.

Daha onlarda sizin için nice faydalar bulunur.

Onların etinden de yersiniz. [16,5-7; 36,71-73]

22 – Onlara da, gemilere de binersiniz. [17,70]

23 – Bir zaman, halkını irşad etmesi gayesiyle Nuh’u gönderdik de:

“Ey halkım, dedi, yalnız Allah’a ibadet ediniz!

Zira sizin O’ndan başka ilahınız yoktur. Gerçek bu iken hâlâ şirkten sakınmaz mısınız?”

24-25 – Halkından ileri gelen birtakım kâfirler: “Bu,” dediler, “sizin gibi bir insandan başka bir şey değil, böyleyken size hakim olmak istiyor.”

“Allah bize mesaj ulaştırmak isteseydi, (böyle sizin gibi bir insan göndermez), melaike indirirdi.

Nitekim biz atalarımızdan da böyle bir şey işitmedik.

Bu delinin tekinden başka biri değil.

Ona biraz süre tanıyın, sonra iş aydınlanır, siz de gereğini yaparsınız.”

26 – Nuh: “Ya Rabbî, dedi, beni yalancı saymalarına karşı Sen yardım et bana!”

27 – Biz de ona vahyedip bildirdik ki: “Nezaretimiz altında ve bildirdiğimiz şekilde gemiyi yap!

Buyruğumuz gelip tandır kaynayınca her cinsten birer çift ile haklarında azap hükmü takdir edilmiş olanlar dışında kalan aile halkını yanına al! Zalim ve kâfirler hakkında sakın Bana başvurma! Çünkü onlar suda boğulacaklardır.”

Hud, 40 âyeti münasebetiyle belirttiğimiz gibi “tandır kaynaması” mecaz olarak, işlerin ciddileşmesi anlamını verir. Fakat esas anlamı, gemideki ocağın, su kazanını kaynatması demektir. Şayet o zaman buharlı gemi yok idiyse, bu ifadenin, ileri çağlardaki buharlı gemilere işaret ettiği söylenebilir.

28 – “Sen ve beraberinde olanlar gemiye yerleşince de ki: “Bizi o zalim toplumun elinden kurtaran Allah’a hamd-u senalar olsun!”

29 – “Ya Rabbî, beni güvenli ve kutlu bir yere indir. Çünkü en uygun şekilde yerleştiren Sen’sin!” [43,12-13; 11,41]

Gemideki bereket ve kutluluk, selâmettir. Karaya çıktıktan sonraki bereket ise neslin çoğalması ve peş peşe gelen hayırlardır.

30 – Bunda elbette alınacak çok ibretler var. Gerçekten Biz insanları imtihan etmekteyiz.

31 – Onlardan sonra başka nesiller yarattık.

32 – Onların içinden “Yalnız bir Allah’a ibadet ediniz, zira sizin O’ndan başka tanrınız yoktur.

Gerçek bu iken hâlâ şirkten sakınmaz mısınız?” diyen bir peygamber gönderdik.

33-34 – Onun halkından kâfir olup âhiret buluşmasını yalan sayan ve kendilerine dünya hayatında bol nimet verdiğimiz eşraf takımı:

“Bu,” dediler, “sizin gibi bir insandan başka bir şey değil,

baksanıza sizin yediklerinizden yiyor, sizin içtiklerinizden içiyor. Eğer siz, sizin gibi bir beşere itaat edecek olursanız, yazıklar olsun size!” [21,8; 25,7]

Peygamberin beşer oluşuna ve onun diğer insanlarla eşit oluşuna delil olarak, diğer insanlar gibi yeme ve içmesini ileri sürdüler. Bunlar ise mutlak olarak her canlıda bulunan sıfatlardır: Demek ki, onlar insan için de mükemmelliği yeme, içmede ve hayvani lezzetlerde görüyorlardı.

35 – “Ne o,” dediler, bu adam siz ölüp de toprak ve kemik haline geldikten sonra sizin diriltilip mezardan çıkarılacağınızı mı vaad ediyor?”

36 – “Heyhat! Heyhat! Size vaad edilen şey ne kadar da uzak!”

37 – “Hayat sadece dünya hayatından ibarettir,

ölür gideriz, ancak bir kere yaşarız ve ölümden sonra asla diriltilmeyiz!”

38 – “Bu adam, uydurduğu yalanı Allah’a mal eden bir iftiracıdan başkası değildir ve biz hiçbir surette ona inanmayız!”

39 – O Resul: “Ya Rabbî, dedi, beni yalancı saymalarına karşı Sen bana yardım eyle!”

40 – Allah buyurdu: “Tasalanma, çok geçmeden onlar pişman olacaklardır!”

41 – Derken korkunç bir ses onları bastırıverdi. Adalet yerini buldu.

Onları sel süprüntüsüne çevirdik.

Zalimler güruhunun canı cehenneme! [40,78]

42 – Onlardan sonra yine başka nesiller dünyaya getirdik.

Salih, Hûd, Şuayb (a.s.) ve onlardan başka peygamberlerin nesilleri sözkonusudur.

43 – Hiç bir ümmet vâdesini ne öne alabilir, ne de erteleyebilir.

44 – Sonra resullerimizi peş peşe gönderdik. Hangi ümmete peygamberi geldiyse onlar onu yalancı saydılar.

Biz de onları birbiri ardından imha ettik.

Onlardan geriye bıraktığımız, sadece ibret verici hikâyeleri! İman etmeyen o halkın canı cehenneme! [16,36; 36,30]

45-46 – Sonra da Mûsa ile kardeşi Hârun’u âyetlerimizle ve apaçık delille Firavun ile ileri gelen yardımcılarına gönderdik.

Onlar da hakkı kabulden kibirlendiler.

Zaten onlar kendilerini çok büyük gören bir zümre idi.

47 – Dediler ki: “Kendi kavimleri bizim hizmetçi kölelerimiz iken

şimdi kalkıp bizim gibi beşer olan bu iki adama mı inanacağız?” [26,29]

48 – Böyle deyip onları yalancı saydılar. Kendileri de helâk edilenler gürûhuna dahil oldular. [28,43]

47. âyet, inkârcıların umumiyetle içine düştükleri bir hatayı ortaya koymaktadır: Gerçekten onlar, insana, yalnızca bu dünyadaki mevkiine, toplum içindeki konumuna göre değer verirler. Onların insan hakkında başta gelen değer ölçüleri zenginlik, makam ve mansıptır. Böylece onlar, bizatihi insana, onun düşüncesinin ve inancının kalitesine, sahip olduğu ahlâkî ve insanî vasıflarına değer vermezler. 48. âyet bize gösteriyor ki, inkârcıların bu yanlış değer ölçülerine dayanarak peygamber hakkında vardıkları hüküm, kaçınılmaz olarak kendilerini felakete götürür.

49 – Oysa doğru yolu tutmaları ümidiyle biz Mûsâ’ya kitabı verdik.

Doğru yolu tutmaları söz konusu olan ümmet, Hz. Mûsa’nın Mısır’dan çıkarıp kurtardığı kendi halkıdır, İsrailoğullarıdır. Yoksa Firavun ve onun ileri gelen çevresi ve Kıbtî halkı değildir. Zira Tevrat, Firavun ve ordusunun boğulmalarından sonra indirilmiştir.

50 – Meryem’in oğlunu ve annesini bir ibret vesilesi kıldık ve onları pınarları akan ve yerleşmeye elverişli yüksekçe bir yere yerleştirdik. [21,91; 19,22]

51 – Siz ey peygamberler! Helâl ve hoş şeylerden yiyip için, yararlı işler yapın! Zira Ben yaptığınız her şeyi bilmekteyim.

Bazı müşriklere göre peygamber yemek yiyemezdi [25,7]. Cenab-ı Allah buyuruyor ki: “Helâl hoş yiyecekleri yemek, onlardan aldığı kuvveti güzel davranışlarda kullanmak, şükrünü yerine getirmek pek yerindedir. Çirkin olan, haram kazanıp haram yemektir.”

52 – Ve hepinizin dini bir tek dindir. Ben de sizin Rabbinizim, öyleyse Bana karşı gelmekten sakının!

Dinin esası akaidde, şeriatların esasında birdir. Fakat o esasların dalları olmak üzere peygamberlere indirilen farklı şeriatlar hususî hükümler ihtiva ederler. Bir hadiste: “Peygamberler, babaları (dinleri) bir, anneleri (şeriatları) ayrı kardeşlerdir.” buyurulmuştur.

53 – Ama peygamberleri izlediklerini iddia eden ümmetler fırkalara ayrılıp bölük bölük oldular. Her grup, kendilerine ait görüşten ötürü memnun ve mutludur.

54 – Sen onları, bir süreye kadar daldıkları gaflet içinde kendi hallerine bırak! [86,17; 15,3]

55-56 – Kendilerine verdiğimiz servet ve evlatlarla nimetlerini artırdığımızı mı sanıyorlar? Hayır, onlar işin farkında değiller! [9,55; 3,178; 68,44-45; 74,11-16]

57 – Ama asıl Rab’lerine duydukları saygıdan dolayı çekinenler.

58 – Rab’lerinin âyetlerini tasdik edenler.

59 – Rab’lerine hiç ortak tanımayanlar.

60 – Rab’lerine dönüp hesaba çekileceklerinden, yaptıkları hayırları kalpleri titreyerek yapanlar.

61 – Evet, işte onlardır hayırlara koşanlar ve o işlerde öne geçenler!

62 – Biz hiç kimseye takatinin üstünde yük yüklemeyiz.

Nezdimizde gerçeği bildiren, insanların yaptıklarını tam tamına tesbit eden bir kitap vardır.

Bundan ötürü asla haksızlığa uğratılmazlar. [17,13; 18,49]

Kitaptan maksat: Levh-i mahfuz veya hesap (amel) defterleridir.

63 – Fakat onların kalpleri bundan gafildir.

Ayrıca onların bundan başka birtakım pis işleri daha var ki onları işler dururlar.

64 – En nihâyet onların refaha dalıp gitmiş olanlarını azapla kıskıvrak yakaladığımızda birden feryadı basarlar.

Allah Mekke müşriklerini yedi sene kıtlıkla imtihan etti. Bu âyette geçen azaptan maksat, bu kıtlık, yahut Bedir’de bozguna uğramalarıdır.

65 – Fakat onlara şöyle denilecektir: “Bugün hiç boşuna sızlanmayın!

Zira siz Biz’den hiçbir surette yardıma mazhar olmayacaksınız.”

66-67 – “Âyetlerim size okunduğunda, siz kibirlenerek sırtınızı çevirirdiniz,

geceleyin onun aleyhinde ileri geri konuşarak saçmalardınız.” [40,12]

68 – Peki onlar Allah’ın sözünü anlamaya çalışmadılar mı?

Yoksa önce geçip gitmiş babalarına hiç gelmemiş olan, ömürlerinde ilk defa duydukları bir şeyle mi karşılaştılar?

69 – Yoksa şu aralarında yaşamış olan Resulü, tanıdıkları biri olmadığı için mi reddediyorlar?

Tanımamaları mümkün değildi. Bilakis ona çocukluğundan beri “el-Emin” derlerdi. Hiç yalan söylemediğini, mükemmel ahlâkını, kimseden ilim öğrenmediğini, iddiacı, şöhret peşinde biri olmadığını pek iyi biliyorlardı.

70 – Ne o! Yoksa “Onda bir delilik var!” mı diyorlar?

Oysa o onlara gerçeğin ta kendisini getirdi,

ama gerçek onların çoğunun işine gelmiyor.

Müşrikler, Hz. Peygamber (a.s.)’ın akılca pek üstün, fikir ve tefekkürünün gayet sağlam olduğunu pek iyi bilirlerdi.

71 – Fakat gerçek onların keyiflerine tâbi olsaydı

göklerin de, yerin de, oralarda yaşayanların da düzenleri bozulur, yıkılıp giderlerdi.

Halbuki Biz onlara şan ve şeref getiren, öğüt veren kitap verdik ama,

ne var ki onlar bu dersten yüz çeviriyorlar. [43,31; 44; 21,50; 17,100; 4,53]

Şan ve şeref getiren “Kur’ân” dır. Gerçekten Kur’ân-ı Kerim ve Resul-i Ekrem (a.s.) bu ümmetin adını ebedîleştirmiştir.

72 – Ey Resulüm, yoksa bu hizmetlerinden ötürü sen onlardan bir ücret istiyorsun da,

bu, kendilerine ağır geldiği için mi senden uzak duruyorlar?

Fakat bilsinler ki en iyi karşılık, sana Rabbinin vereceği ödüldür. Çünkü O, rızık ve nimet verenlerin en hayırlısıdır. [6,90; 42,23; 34,47; 38,86; 36,21]

73 – Sen gerçekten onları dosdoğru bir yola çağırıyorsun.

74 – Ama şu da gerçek ki âhirete inanmayanlar, yoldan sapıyorlar.

75 – Eğer Biz onlara merhamet edip, uğradıkları belayı giderseydik, yine onlar azgınlıklarında bocalamaya devam edip giderlerdi. [8,23; 6,28-29]

76 – Biz onları çeşitli azaplara da uğrattık.

Buna rağmen yine de Rab’lerine boyun eğip O’na yalvarıp yakarmadılar. [6,43]

77 – Ama ne zaman onların önüne ceza gününe mahsus zorlu bir azap kapısını açarsak, işte o zaman birden bütün ümitlerini yitiriverirler.

“Azap kapısı”ndan maksat, müşriklerin başına Bedir bozgununun gelmesidir.

Ayrıca ölüm veya kıyamet günü de kasdedilmiş olabilir.

78 – Ey insanlar, Rabbinizin buyruklarına kulak verin!

Çünkü sizde işitme ve görmeyi sağlayan kulak ve gözleri, düşünüp hissetmenizi sağlayan kalpleri yaratan O’dur.

Şükrünüz ne kadar da az! [12,103; 34,13]

79 – Sizi çoğaltıp dünyaya yayan da O’dur. Muhakkak yine O’nun huzuruna götürüleceksiniz.

80 – Hayatı veren de, öldüren de O’dur.

Gece ile gündüzü peş peşe getiren de O’dur.

Öyleyse hâlâ aklınızı başınıza alıp bunları bir düşünmez misiniz? [36,40; 25,62]

81 – Ama böyle yapmak yerine, kendilerinden önceki münkirlerin dediklerini dediler.

82-83 – “Ölüp toprak ve kemik haline geldikten sonra biz dirilecekmişiz ha!

Bize de, daha önce babalarımıza da bu vaad edilip durdu.

Doğrusu bu dirilme işi, öncekilerin masallarından, başka bir şey değil!” dediler. [79,11-14; 36,77-79]

84 – De ki: “Bütün dünya ve içinde yaşayanlar kimindir söyleyin bakalım, biliyorsanız.”

85 – Elbette: “Allah’ındır” diyeceklerdir. Öyleyse, sen de ki: “Neden aklınızı başınıza almıyorsunuz?” [39,3]

86 – “Peki, yedi kat göğün ve yüce arşın Rabbi kimdir?” diye sor.

87 – Elbette, “Allah’tır”, diyeceklerdir.

Öyleyse, sen de ki: “İnandığınız Allah’a karşı gelmekten sakınmaz mısınız?”

88 – De ki: “Peki her şeyin gerçek yönetimini elinde tutan,

Kendisi her şeyi koruyup gözeten, ama Kendisi himaye altında olmayan kimdir? Biliyorsanız söyleyin bakalım! [36,83; 21,23; 15,92-93]

89 – Elbette, “Allah’tır” diyecekler.

Sen de ki: Öyleyse nasıl oluyor da büyülenip gerçekten uzaklaşıyorsunuz?”

Cahiliye Arapları, Yaratıcı’nın varlığına ve birliğine inanıyorlardı. Fakat Kur’ân’a, Hz. Peygamber (a.s.)’a ve âhirete inanmıyorlardı. Kendilerine şefaatçi olması düşüncesiyle putlara tapıyorlardı.

90 – Hayır, Biz onlara gerçeği getirdik; fakat buna rağmen onlar yalanı tercih ediyorlar. İşte gerçek:

91 – “Allah asla evlat edinmedi. O’nun yanı sıra hiçbir tanrı da yoktur.

Öyle olsaydı her tanrı kendi yarattıklarını yanına alır ve onlardan biri diğerine üstün gelmeye çalışırdı.

Allah o müşriklerin isnat ve nitelendirmelerinden münezzehtir.” [21,22]

Allah’tan başka tanrı olsaydı, O öbür tanrıların hâkimiyetlerini menetmeye çalışırdı. Bu yüzden aralarında savaşırlardı.

92 – Görünmeyen ve görünen, gizli ve âşikâr her şeyi bilen Allah, onların iddia ettikleri şerikleri olmaktan yücedir. [10,18]

93-94 – De ki: “Ya Rabbî, eğer onlara vaad edilen o azabı bana göstereceksen, beni o zalimler güruhu içinde bırakma!”

95 – Biz onlara vaad ettiğimiz azabı sana göstermeye elbette kadiriz.

96 – Fakat onlar ne yaparlarsa yapsınlar, sen yine de kötülüğü en iyi tarzda sav!

Biz onların, senin hakkındaki asılsız iddialarını pek iyi biliriz.

97-98 – Sen de ki: “Ya Rabbî! Şeytanların vesveselerinden, onların yanımda bulunmalarından Sana sığınırım!”

99-100 – Âhireti inkâr edenlerden birine ölüm gelip çatınca, işte o zaman:

“Ya Rabbî!” der, “ne olur beni dünyaya geri gönderin, ta ki zayi ettiğim ömrümü telafi edip yararlı işler yapayım.”

Hayır, hayır! Bu onun öylesine söylediği bir sözdür. Çünkü dünyadan ayrılanların önünde, artık, diriltilecekleri güne kadar bir berzah vardır. [32,12; 6,27 63,10-11; 14,44; 7,53; 42,44; 40,11]

Öleceği sırada, her biri cehennemdeki yerini ve iman etmiş olması halinde gireceği cenneti görünce o zaman bu temennide bulunacaktır.

Berzah: Kabir hayatı.

101 – Sûra üflendiği zaman, o gün artık ne aralarındaki akraba tutkunluğu bir fayda verir,

ne de kişi bir başkasının halini sormayı hatırından geçirir.

Âhirette tek konum yoktur; çeşitli safhalar vardır. Hesap ve hüküm zamanında sorma yoktur. Ama cennetlikler ve cehennemlikler yerlerine girdikten sonra birbirlerine soru sorup konuşurlar.

102 – O gün kimin iyilikleri mizanda ağır basarsa onlar kurtulacaklar.

103 – Kimin iyilikleri tartıda hafif kalırsa, işte kendilerini ziyana sokanlar,

cehennemde ebedî kalanlar onlar olacaklardır.

104 – Orada yüzlerini alevler yalar da, ateş dudaklarını yaktığında, dişleri açıkta kalıverir. [14,50; 21,39]

105 – Allah Teâlâ onlara şöyle buyurur:

“Âyetlerim size okunurdu da siz onları yalan sayardınız değil mi?” [4,165; 17,15; 67,8-11]

106-107 – “Ey Kerim Rabbimiz”, derler, “azgınlığımız, kötü talihimiz ağır bastı,

biz de yoldan sapan kimseler olduk bir kere.

Ama ne olur ey Kerim Rabbimiz, kurtar bizi bu ateşten, eğer bir daha o kötülükleri yaparsak

işte o zaman, kendimize iyice yazık eder, zalimin teki oluruz!”

108 – Allah Teâlâ: “Kesin sesinizi, sakın bir daha Bana bir şey söylemeye kalkışmayın!” buyurur.

109-110 – Kullarımdan, bir kısmı “inandık ya Rabbî! Affet günahlarımızı, merhamet et bize,

çünkü Sen merhamet edenlerin en iyisi, en hayırlısısın!” dediklerinde, onları alaya alan sizler değil miydiniz!

Sonunda sizin bu davranışlarınız Beni gönlünüzden geçirmeyi, Beni yâdetmeyi size unutturdu da, onlarla eğlenip durdunuz.

111 – İşte Ben de sabretmelerine karşılık bugün onları ödüllendirdim.

İşte umduklarına kavuşanlar onlardır!

112 – Sonra Allah cehennemdekilere der ki: “Size kalsa, dünyada kaç yıl kaldınız?” [30,55; 46,35]

113 – Onlar: “Bir gün veya daha da az! Ne bilelim, istersen bunu tam tamına aklında tutanlara sor!

(Zira bizim aklımız başımızdan gitmiş durumda.)” diye cevap verirler.

114 – Bunun üzerine Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Siz, doğrusu pek az kaldınız.

Bu gerçeği bir bilseydiniz, Bana isyan etmezdiniz.”

115 – “Bizim sizi boşuna yarattığımızı,

Bizim huzurumuza dönüp hesap vermeyeceğinizi mi sandınız?”

Bütün canlıların gayesi, Allah’ın kendilerine verdiği imkânları, hilkate uygun bir şekilde kullanmaktır.

116 – “Öyleyse artık şu gerçeği bilin ki Allah yüceler yücesidir.

Gerçek hükümran O’dur. O’ndan başka tanrı yoktur.

Pek değerli arşın Rabbidir”

117 – O halde, kim tanrılığını ispat eden hiç bir delili olmamasına rağmen,

Allah ile beraber başka bir tanrıya taparsa,

âhirette Rabbinin huzurunda hesabını verecek, cezasını çekecektir.

Şurası muhakkak ki kâfirler asla iflah olmazlar!

118 – Öyleyse (ey Resulüm ve ey mümin!) Sen şöyle dua et:

“Ya Rabbî, Sen bizi affet, Sen bize merhamet et.

Zira merhamet edenlerin en hayırlısı Sen’sin Sen!”